Avrupa çeşitli ulusal ve bölgesel kültürlerden müteşekkil karmaşık bir desendir. Fakat Avrupa ortak kültürel bir mirastır da aynı zamanda. Ve oluşmakta ve oluşumunu sürdürmekte olan bir kültürdür. Avrupa Birliği'nin oluşumu bu ortak miras ve ortak bir gelecek oluşturma çabası olmaksızın mümkün değildir. Paradoksal olarak, Avrupa'nın spesifikliği, ortak mirası, ana sembollerinden birisi tarafından, modernlik ideolojisi ve modernizm tarafından tehdit edilmektedir. Bundan dolayı Avrupa'nın yüzleştiği en önemli görev, hem modernleşmek ve hem de spesifikliğini ve çeşitliliğini aynı zamanda koruyabilmektir. Bu görev oldukça çetin ve zorlu bir iştir. Zira bu görevi hakkıyla yerine getirebilmek için modası geçmiş modernlik ve modernizm yorumlarını umursamamamız gerekmekte ve bireysel özgürlük ve sissem rasyonelliği arasında artan zıtlık gibi, süregelen modernliğin doğasında var olan, gerilim ve çatışmalara yoğunlaşmamız zorunluluk haline gelmektedir. Süregelen modernliğin ve globalleşme ve modernleşme ideolojilerinin üstünlüğü önünde, 'bizi vaat edilmiş topraklara' (Promised Land) ulaştıracak bir ulusalcılığın yeniden doğuşu kesinlikle mümkün olmayacaktır.

Bu kitap Avrupa Birliği'nin oluşumu ve ortak bir gelecek oluşturma çabası ve bu teşebbüsün referans çerçevesini oluşturan kolektif kimlikler üzerinden Türkiye'nin AB'ye entegrasyon sürecini ele almakta, 50 yıllık bu serüvenin Avrupa'nın gelecek perspektifi açısından ciddi bir meydan okuma olarak değerlendirilmesi gerektiğini iddia etmektedir. Bu açıdan eser, şimdiye kadar Türkiye'nin AB üyelik sürecini ele alan litertaürden önemli oranda ayrışarak, entegrasyon sürecinin daha çok sosyo–politik boyutuna odaklanmakta ve çokkültürlülük, kültürel çoğulculuk ve kültürler arası etkileşim gibi parametrelerin yakın gelecekte yüzleşeceği değişim,dönüşüm ve dalgalanmayı kimlik politikaları üzerinden analiz etmektedir.